| |||||||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
![]() GENÇLİĞİ EBEDİLEŞTİRMEK
ÖZGÜRLÜK MÜ-ÖK..ZLÜK MÜ Gençliği Ebedileştirmek![]() 08.Temmuz.2009, 11:33 Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Dünya, ahiretin tarlasıdır” buyurur. Dünya tarlası, ahiret hasadını kazanabilmek için ömür boyu sürülür, ekilir, biçilir. Ancak sonuçta, Cennet’i kazandıracak olan bu ahiret çiftçiliğinin en verimli zamanı, gençlik yıllarıdır. Çünkü her ibadet, ancak gençken tam ve mükemmel yapılabilir.
İçi çölleşmiş gençlerin, başvurdukları inanç dışı yollar ise sadece uyuşturucu tacirlerine, sigara üreticilerine, silah satıcılarına ve benzerlerine yarar. Batı medeniyetinin oluşturduğu manevi bataklık bu türlü gençleri üretti, çoğalttı ve başedilelemez boyutlara getirdi. Çünkü Batı, sadece his ve hevesat tatmini sunan maddeci bir görüşü temsil eder. O anlayışta, beden rahatına ait her şey, bütün maddi ve hayvani zevkler mubahtır. İnsan eğer zor kullanmıyorsa, her türlü hevesatını, istediği biçimde giderebilir. O bakış açısında, nefsanî olanla, ruhî olan aynıdır. Ulvi duyguların tatmini ne kadar gerekliyse, nefsanî hissiyatın doyurulması da o derece normaldir. Yeter ki, karşılıklı rıza olsun, kişiler birbirini zorlamasın… Bu görüşün haramı, helali, günahı, sevabı yoktur. İnsan, canının, yani nefsinin her istediğini özgürce, ya da “öküzce” yerine getirebilir. “Öküzce” demeyi rastgele seçmedim. Hatta özellikle altını çizmek istedim. Çünkü nefsinin kulu olmuşlarda, hep hayvanlara bir imrenme sezmişimdir. Zaman zaman bu imrenişlerini söylemekten de kendilerini alamadıkları olur. Mesela, basınımızda, zinanın serbest olup olmaması tartışılırken, ünlü bir gazeteci, “Ne yani ben hayvanlar kadar bile özgür olamayacak mıyım bu ülkede?” diye yazmıştı. Aslında, hayvanların da kendilerine göre bir takım kuralları vardır. Aklına ve vicdanına rağmen, sınırsız bir özgürlüğü nefsine yaşatmak isteyenler, hayvanlardan daha aşağı düşmektedirler. Yani burada öküzlere de bir özür borcumuz vardır aslında… Ne Batı’nın gençliği ne de ihtiyarlığı! Böylesine bir hayat, sürekli yaşanabilir mi? Biraz yaş baş geçip güç kuvvet azalınca, bu tür kişiler, yapayalnız kalır. En yakınlarından bile sevgi ve merhamet göremezler. Üstelik bir de günah fırtınalarıyla geçirilmiş bir gençliğin pişmanlıkları vicdan azabına dönüşünce, hayat yaşanılamaz bir hale döner. Üç kuruş için üç dakikalık bir beden zevki için makam mevki hırsı için yani dünyevi her hedef için gençlikte yapılan hatalar, bir duvar gibi dikilir insanın karşısına… Hele, bu günahlar içinde kul hakkı da varsa, manevi yangın büsbütün alevlenir. Böylece, daha Cehennem’e gitmeden, dünyası cehennemleşir. Ne var ki, Batı medeniyeti, bunlarla ilgili değildir; yönünü sadece, gençlere dönmüştür… Gençlerin ruhu ve kalbi hariç, bütün beden ihtiyaçlarına çözüm üretmişlerdir. Spor, müzik, eğlence, alkol, cinsellik, kumar, gezi, yeme içme, hayale gelmez binlerce çeşidiyle gençlerin önüne seriliyor. Bu sergiyle dönen başlar, sarhoş olan ruhlar, daha fazlası, daha fazlası derken, sonuçta kendi elleriyle kendilerini zehirlerler. Böylece, gençlere sınırsız bir özgürlük verelim derken, onu sınırsızca nefsinin kölesi haline getirdiler.
İnancını yitirmiş medeniyet, gençliği putlaştırdığı için ihtiyarlara da sahte ve iğreti bir gençlik sunmaktadır… Çünkü dünyevi bakış açılarında güçsüzlük, acizlik, yardıma muhtaçlık ayıptır, kötüdür.
Göze kulağa filtre takmalı Zira gençlerimizi, göstere göstere alıştırıyorlar aykırılıklara. Gönül, gözden kirleniyor. Bu yüzden, önce gözlerimize sahip olmalıyız. Bundan yarım asır önce, insanların edepsizlik, ahlaksızlık, hatta namussuzluk saydığı bazı haller, şimdilerde normal görülmeye başlanmış, bu durumları ayıplamak da ayıp sayılmıştır. Mesela, hanımların bir zamanlarki deniz kıyafeti, şimdi, sokak kıyafeti haline gelmiş yahut getirilmiştir. Bu göstere göstere alıştırma politikası ile son yüz yılda geldiğimiz yer, ne iffete, ne edebe, ne de namus duygusuna hayat hakkı tanıyor. Bu durum da açıkça gösteriyor ki gençler için nezih, temiz ve düzgün ortamlar çok önemlidir. Onlara daha çocukluk yıllarından itibaren özel seralar kurulmalı… Hem dış dünya ile irtibatları kesilmesin, hem de zihinleri afakîleşmesin, dağılmasın diye, manevi seralar kurulmalı… Yerine göre, gözüne, kulağına filtre takmayı bilmeli gençlerimiz; nasıl mideleri için seçici oluyorlarsa, kafa ve kalp mideleri için de aynı hassasiyeti göstermeliler. Kirli ve pis düşünceler, akıllarına da hayallerine de girememelidir. Bunun için de, “Bâtılı iyice tasvir edip, saf zihinleri saptırmamalıdırlar.” “Önüne geleni yer, aklına geleni der” olmamalılar. “Bilmeye ve sevmeye doymamalı, sadece düşmanlığa düşmanlık etmelidirler.” Tıpkı Efendimizin (sav) talebeleri olan Sahabe-i Kiram’ın gençleri (radıyallahu anhum) gibi… Onlar yeni bir bilgiye ulaştılarmı, hemen onu uygulamaya koşarlardı. Eğer uygulama fırsatı bulamamışlarsa, yeni bir bilgi öğrenme hakkını kendilerinde görmezlerdi.
Efendimiz (sav), o gençler için açtığı okulda öğretmenlik de yaptı, hizmetkârlık da… O, gençlerin dikkatleri dağılmasın, başarıları etkilenmesin diye, onlar ders çalışırken sularını dağıttı. Kızı Hz. Fatıma (radıyallahu anha), zorlandığı işleri için hazine yardımı istediği vakit, “Ben daha Ashab-ı Suffa’nın ihtiyaçlarını giderememişken, sana yardım etmem imkansızdır” dedi. Bedir esirlerini, on Müslüman çocuğuna okuma-yazma öğretmek şartıyla, serbest bırakan da Güzeller Güzeliydi. Bu ve benzeri birçok tavrıyla, gençlerin eğitimine verdiği önemi vurguluyordu. Bu önem sebebiyledir ki onun talebeleri, kuyunun dibinden yıldızların üstüne çıkmışlar ve insanlığın öğretmenleri haline gelmişlerdir. “Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse” denilmiş. Bu sebeple, bilen gençler lazım ülkemize. Yani başkalarının tecrübelerinden istifade eden; dolayısıyla da, hep “Amerika’yı yeniden keşfetmeyen gençler gerek bize… Kafalarında bilgi, kalplerinde iman, bir ellerinde Kur’an, diğerinde de bilgisayar… Bilen ve bildiğini yapan gençler. Ateşte, fakat yanmayan gençler… Çünkü onlar, “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle!” diyen son Peygamber’in ümmeti. İşte bu gençler; henüz gençken çökmüş, bitmiş ve batmış insanlığı, yeniden ve bir daha ebediyen genç olmaya çağırıyorlar. Efendimiz de (sav) onları asırlar ötesinden kutluyor: “Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir. ” Hadisin açılımını, Başkasının Günahına Ağlayan Adam ne güzel yapar: “En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp, ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına, nefsinin heveslerine tabi olur. Bu haber 2907 defa okunmuştur.
|
GALERİSİTE İSTATİSTİKLERİ
|
|||||||||||||||||||||||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |