| |||||||||||||||
| |||||||||||||||
HABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
![]() DİN-BİLİM İLİŞKİSİ 12 SINIF I ÜNİTE ÖZET
EVRENDE Kİ BİLİMSEL KURALLARI YARATAN ALLAHTIR 1. DİN-BİLİM İLİŞKİSİ
İslam’ın ve bilimin gayesi İslam, ahlaki ilkeler ortaya koyar ve insanlar arası ilişkileri hukuk yoluyla düzenler. Amacıiyiliğin merkeze alınarak yaşanmasını sağlamaktır. Kur’an ve sünnet çerçevesinde yaşayan kişinin dünyada ve ahirette mutlu olacağını müjdeler. Bilim, varlıkların yapısını ve işleyişini neden sonuç ilişkisi bakımından inceler, somut ve ispatlanabilir bilgilere ulaşır. İnsanlar bu bilgi birikimi ile ihtiyaç duydukları eşyayı üretirler. Ürettikleriyle hayatlarını kolaylaştırmayı amaçlarlar. İslam’a göre bilimin nihai amacı insanlığa hizmet etmektir. Evreni ve içinde kileri denge/düzenlerle yani bilimsel kurallarla yaratan Allah olup;Evrende ki bu kurallardan yer yer örnekler veren Allah,İnsanı ikna ederek onu inanmaya ve bilimini ve hayatını doğruya kullanmasını ve iyi insan olmasını ister.Bilgiyi ve teknolojiyi insanların yararına kullanmasını ister!Bundan dolayı ilk AYETTE"OKU" emriyle İnsanın kendini ,Evreni araştırmasını ve bilgiye ulaşmasını ister.Bu şekilde birey,bireyler arasında,ÜLkesi,ülkeler arasında ,bilginin gücüyle üstün olur! -"ADALET-AHLAK ÖĞRETİLMEDEN ÖĞRETİLEN BİLGİ,BİLGİ DEĞİL CANBAZLIKTIR" AHLAKI ÖĞRETMEDEN BİR İNSANA BİLGİ VERMEK,ONU İNSANLIĞIN BAŞINA BELA ETMEKTİR. -BİR ÜLKE DE ,OKUMUŞ İNSANLAR,HALKINI CAHİL GÖRÜP TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNUYOR VE YER YER BASKIYA BAŞVURUYORSA,ORADA NANKÖRLÜK VE AHMAKLIK VARDIR;ZİRA BU FAKİR MİLLETİN PARALARIYLA OKUYAN NESLİN,KENDİSİNİ OKUTAN MİLLETİNE HİZMET VE MİNNET BORCU VARDIR! Din ve bilimin insan yaşamına katkısı Din, insanın anlam arayışına cevap verir, ahlak ilkeleriyle insanı terbiye eder. İyiliği merkezealarak bireyin, tabiatı ve insanı doğru bir bakış açısıyla değerlendirmesine yardımcı olur. İnsana, hayatını manevi yönden zenginleştiren değerler kazandırır. Bilim de bireyin merakını, anlama ve keşfetme ihtiyacını karşılar. Bilim, insanın kâinatı anlamasını sağlar ve hayatını kolaylaştırmayı amaçlar. Bilim, insanın mutluluğunu sağlayabilmesi için dinî ve ahlaki değerleri dikkate almalıdır. DİN,OLMADAN BİLGİ VERMEK BİR ŞEY İFADE EDER Mİ? İNTİHAR ETMİŞ BİR DOKTOR,ÖĞRETMENİN BİLGİSİ OLSA NE OLUR? GÜVENİLİR OLMAYAN BİR KİŞİ BİLİM ADAMI,KOCA ,ÇALIŞAN YA DA İŞVEREN OLSA NE OLUR? ANNE BABASINA MERHAMET ETMEYEN BİR ADAM,BİLGİ SAHİBİ OLSA NE İFADE EDER? SADAKAT YOKSA,ALDATMA VARSA,O İLİŞKİ DOĞRU İLİŞKİ OLUR MU? ALDATAN BİRİSİ ÇOK ZENGİN VE BİLGİLİ OLSA NE OLUR?...Demekki bilgi ahlakı ve güç ahlakı gerektir.!savaş ahlakı savaştan önce gelir! Din ve bilim arasındaki ilişki Dinin kaynağı her şeyi yaratan, yaşatan ve her an kontrolü altında tutan Allah’tır (c.c.). Hervarlık, Yüce Allah’ın kurduğu sistemin işleyişi içerisinde mevcudiyetini sürdürür. Bu sisteme adetullah veya sünnetullah denir. "Evren kurulduğundan beridir Allah'ın sünnetin de bir değişme yoktur" Bilim, bu sistem hakkında elde edilen düzenli ve metodolojik bilgilerden oluşur, insan ürünü ve birikimidir. Sünnetullah olarak isimlendirilen sistem değişmez iken insanların çalışmalarıyla bilimdeki ilerleme ve gelişme süreklilik arz eder. İslam’da Bilim ve Doğru Bilgi İslam dininde bilgi ve bilime büyük önem verilir. Birçok ayet insanları varlıkların yaratılışıüzerine düşünmeye teşvik eder. Bu konu ile ilgili olarak bir ayette “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara suresi, 164. ayet.) buyrularak insanlar bakmaya, görmeye, düşünmeye, anlamaya ve aklı kullanarak doğruya ulaşmaya çağrılır. Hz. Peygamber de ilim öğrenmeyi birçok hadisinde teşvik etmiştir. Bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Kuşkusuz âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizî, İlim, 19.) 2- İSLAM MEDENİYETİNDE BİLİM VE DÜŞÜNCENİN GELİŞİMİ İslamın ilk EMRİ OKU dur.Lakin Müslümanların OKU masına çeşitli hile ve desiselerle engel olanlar,Bu vatanın uçak ,silah,füze,Cep telefonu fabrıkalarını kapatan ve musluman ülkenin kalkınmasını ve ülkeler ölçeğinde yer edinmesini engeleyenler;Bu yaptıklarını bastırmak için "islam bizi geri bıraktı"ahmaklığına düştüler! Medeniyet, en genel anlamda, insanların bir nesilden diğerine aktardıkları siyasal, sosyal,ekonomik faaliyetler, kurumlar, değerler ve kavramların hepsidir. İslam medeniyetinin ana kaynağı vahiydir. İslam medeniyetinin bilim ve düşünce tarihi Kur'an'ın "Oku! " emriyle başlar. Allah ve Peygamber’in ilme dair emir ve teşvikleri, okuma-yazma, araştırma-öğrenme ve öğretim seferberliği başlatmıştır. Öncelikle dinin ana kaynağı olan Kur’an ve hadislerin öğretimi ve yazımı çalışmaları başladı. Kur’an ve sünnetin anlaşılıp yorumlanması, dinî hükümlerin öğretimi çabaları görüldü. Hadis, Tefsir, Fıkıh ve Kelam gibi dini ilim dalları oluştu. Vahiy merkezli başlayan İslam bilim ve düşüncesinin önemli aşamalarından biri felsefenin İslam dünyasına girmesidir. Felsefenin İslam dünyasına girmesi tercüme faaliyetlerinin bir sonucudur. İlk tercüme çalışmaları Emeviler Dönemi'nde başlamış, 750 yılından 900 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemde Sanskritçe, Pehlevice, Yunanca ve Süryaniceden eserler tercüme edilmiştir. Müslüman bilim adamları öncelikle, Batı’da Roma ve Doğu’da Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojinin yanlış ve tutarsız noktalarını çıkartarak almış, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaya başlamışlardır. Müslümanlar tercüme faaliyetlerinin yanında matematik, astronomi, haritacılık, coğrafya, fizik, kimya, tıp, zooloji, botanik, biyoloji ve benzeri bilim dallarında ilerlediler. Bilime yeni buluşlar ile katkı sunmaya başladılar. Müslümanlar arasında ilim dalları o kadar çeşitlenmiştir ki bu ilim dallarının tasnifini yapmak üzere eserler yazılmaya başlanmıştır. İslam dünyasında 7. yüzyılda başlayan ilim ve düşünce gelişimi 10. yüzyılda tam manasıyla zirveye ulaşmıştır. Daha sonra dünya bilimine yön verecek konuma gelmiş, yaklaşık 500 yıl bilim ve düşünce tarihinde egemenliğini sürdürmüştür. İslam dünyasındaki bilimsel gelişmeler, etrafındaki diğer kültür ve medeniyetleri de etkilemiştir. Batı medeniyeti ve bugünkü modern bilim ve teknolojinin temelleri ile gelişimini, İslam bilim ve medeniyetine borçludur. 3- İSLAM MEDENİYETİNDE EĞİTİM KURUMLARI İslam medeniyetinde öne çıkan eğitim ve bilim kurumlarıİnsanlara faydalı bilgiler öğrenmek ve öğretmek dinde en hayırlı işlerden biri olarak tanımlanmıştır. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” emrini alan Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’de çok zor şartlarda eğitim öğretim faaliyetlerini yürütmüştür. Baskı altında yaşayan Müslümanlar için Ebu’l Erkam’ın (r.a.) evi o dönemde ilk eğitim ortamı olmuştur. İlk dönemlerde mescit etrafında şekillenen eğitim öğretim faaliyetleri, İslam’ın geniş coğrafyalara yayılmasıyla kurumsallaşarak devam etmiştir. Bunlar; mektep, medrese, Daru’l- Kur’an, Daru’l-hadis, Beytü’l hikme, kütüphane, rasathane ve şifahane gibi kurumlardır. Bir eğitim/bilim kurumu olarak mescit-cam İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren eğitim ve öğretim mescit-cami merkezli yapılmıştır. Hz.Peygambe-rin Medine’ye hicretinden sonra ilk icraatı, yapımında kendisinin de çalıştığı bir mescit-cami inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebevi adı verilen bu cami, sadece namaz kılınan bir mekân olmamıştır. Burada insanlar dinî ve sosyal meseleleri istişare eder, okuma yazma öğrenir ve Hz. Peygambere sorular sorarak bilgi edinirlerdi. Bu mescide bitişik olarak yapılan Suffe adındaki okulda da öğrenciler ilim öğrenirlerdi. İslam tarihi boyunca mescitler, namaz ibadeti yanında eğitim öğretim işlevini de devam ettirmiştir. Buralarda kurulan ders halkalarında Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh ve siyer gibi ilimler okutulmuştur. Mektepler, bugünkü anlamda ilkokul seviyesinde okuma yazma eğitimi ve temel dinî bilgilerin verildiği okullardır. İslam’ın ilk yıllarında mescitlere bitişik olarak inşa edilen mektepler, özellikle Hz. Ömer döneminde yaygınlaşmış ve kurumsallaşmıştır. Onun döneminde pek çok mektep açılmış, ders veren muallimlere maaş bağlanmıştır. Mektepler, Emevi, Abbasi ve sonraki dönemlerde belli müfredata sahip kurumlar olarak çoğalmıştır. Öğrenciler zekâ ve yeteneklerine göre eğitilmiş, başarılı öğrenciler ödüllendirme yoluyla teşvik edilmiştir. İslam medeniyetinde medreseler, yükseköğretim faaliyetlerinin yapıldığı kurumlardır. Medreselerin kurumsallaşmasında çığır açan kişi, Selçuklu veziri Nizamülmülk’tür (ö. 1092). Onun Bağdat’ta kurduğu Nizamiye Medresesi, İslam dünyasındaki ilk büyük medrese olması sebebiyle önemli bir yere sahiptir. Nizamiye Medreselerinde dinî ilimlerin yanında; edebiyat, matematik ve mantık gibi dersler de okutulmuştur. Dört yıllık eğitim veren bu medreselerde dönemin en iyi müderrisleri ders vermiştir. Selçuklulardan sonra kurulan medreselerde de Nizamiye Medreseleri örnek alınmıştır. Konya’da Karatay Medresesi, Sırçalı Medrese ve Sivas’ta Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese bunlardan sadece birkaçıdır. Osmanlı Devleti döneminde açılan medreselerin en önemlileri İstanbul’da açılan Sahn-ı Seman ve Süleymaniye medreseleridir. Bu medreselerde dinî ilimlerin yanı sıra sosyal, matematik ve fen bilimleri alanında ileri seviyede eğitimler verilmiştir. İslam coğrafyasında başta Basra, Nişabur, İsfahan, Musul, Horasan, Semerkand, Buhara, Mısır,Kayseri, Erzurum, Edirne ve Elâzığ olmak üzere pek çok şehirde medreseler açılmıştır. Endülüs Emevileri zamanında İspanya’da açılan Kurtuba Medresesi gibi bazı medreselerde gayrimüslim öğrenciler de eğitim görmüştür. Dinin ana kaynağı olan Kur’an’ın doğru bir şekilde okunması ve ezberlenmesi, İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren önemli görülmüştür. Bu iş için genellikle mescitlerin bir bölümü, bazen de müstakil mekânlar kullanılmıştır. Önceleri Daru’l-Kur’an ve Daru’l-huffaz olarak anılan bu yerlere Osmanlılar döneminde Daru’l-kurra adı verilmiştir. Daru’l-kurralarda her seviyede Kur’an eğitimi verilmiş ve hafızlar yetiştirilmiştir. Daru’l-hadisler, hadis ilimlerinin öğretildiği yüksek öğretim kurumlarıdır. İslam’ın ilk dört asrı boyunca hadis ilmi mescitlerde ders halkaları şeklinde öğretilmiştir. Mescitlerden bağımsız ilk Daru’l-hadis 11. yüzyılda Şam’da açılmıştır. Takip eden zamanlarda Mısır, Kudüs ve Suriye’de de Daru’l-hadis medreseleri kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında ilk olarak Çankırı’da, ardından Sivas, Konya ve Erzurum’da Daru’l-hadis medreseleri açılmıştır. Osmanlılar döneminde ilk Daru’l-hadis İznik’te, daha sonra da Bursa, İstanbul, Tokat, Amasya ve diğer bazı illerde kurulmuştur. Beytü’l hikme Beytü’l-hikme (bilgi evi), İslam medeniyetinde yüksek seviyede bilimsel araştırmalar ve tercüme faaliyetlerinin yapıldığı merkezlerdir. İslam dünyasında farklı bilimlere karşı erken dönemlerde başlayan ilgi, Abbasi halifeleri Harun Reşid (ö. 809) ve Me’mun (ö. 833) dönemlerinde Beytü’l-hikme’nin kurulmasıyla artarak devam etti. Felsefe, kimya matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi pek çok alandaki eserlerin Grekçe, Latince, Süryanice, Sanskritçe ve Farsça gibi dillerden Arapçaya tercüme edilmesi amacıyla 830’da Bağdat’ta ilk Beytü’l-hikme kuruldu. Bu kurumlar tercüme faaliyetlerinin yanında zamanla fen bilimlerinde çalışmalar yapılan ve zengin kütüphanelere sahip olan akademilere dönüştü. 10. yüzyılın başlarında Tunus’un Kayrevan kentinde kurulan Beytü’l-hikme tarzındaki kurumda tıp, eczacılık, matematik, geometri, astronomi ve botanik alanlarında araştırmalar yapılmıştır. Kütüphaneler İslam medeniyetinde çok önemli bir yere sahiptir. Emeviler döneminde mescitler bünyesinde açılan kütüphaneler daha sonraları müstakil kurumlara dönüşmüştür. Kütüphanelerin kurumsal olarak ortaya çıkmadığı dönemlerde, bazı âlimlerin özel kütüphanelere sahip olduğu bilinmektedir. Zamanla Müslümanlar yaşadıkları şehirlerde dönemin en zengin kütüphanelerini kurmuşlardır. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde hemen her medresenin bünyesinde kütüphane inşa edilmiştir. Topkapı, Beyazıt ve Süleymaniye kütüphaneleri bunun birer örneğidir. Endülüs Müslümanları zamanında İspanya’da kurulan en önemli kütüphane Kurtuba’daki saray kütüphanesiydi. Burada 400.000 eserin mevcut olduğu, bu kitapların kırk dört cilt tutan ve sadece eser adlarından oluşan bir kataloğunun bulunduğu bilinmektedir. Rasathane Rasathaneler (gözlem evi), astronomik gözlemler yapmak için kurulmuş yapılardır. Sistemlirasathaneler ilk olarak İslam dünyasında ortaya çıkmıştır. Tam teşekküllü olmasa da İslam dünyasında ilk rasathane 828 yılında Bağdat’ta kurulan Şemmâsiye Rasathanesi’dir. Burada ünlü matematikçi Harizmî (ö. 847) görev yapmıştır. Yine 1023 yılında İbn Sina (ö. 1037) için Hemedan şehrinde rasathane kurulmuştur. Ayrıca Melikşah’ın yaptırdığı, Ömer Hayyam dahil birçok bilim adamının görev aldığı rasathaneler bu bilim yuvalarının ilk örneklerindendir. Tam teşkilatlı ilk büyük rasathane, 1259’da kurulan Merâga Rasathanesi'dir. Yöneticiliğini Nasîrüddin Tûsî’nin (ö. 1274) yaptığı bu rasathanede pek çok astronom ve matematikçi çalışmıştır. Bu rasathane, hassas ölçümlerin başarılı şekilde yapılması sebebiyle İslam bilim tarihinde önemli bir yere sahiptir. İslam dünyasındaki son büyük rasathane, 1575 yılında Sokullu Mehmet Paşa’nın yaptırdığı İstanbul Rasathanesi’dir. İslam dünyasında hastanelere çeşitli dönemlerde farklı isimler verilmiştir. İlk dönemlerde bîmâristan, Selçuklular döneminde daru’ş-şifa veya daru’l-afiye; Osmanlılar döneminde ise daru’ş-şifa ile birlikte daha çok daru’s-sıhha, şifahane, bîmârhane ve tımarhane kelimeleri kullanılmıştır. H z. Peygamber döneminde Hendek savaşında seyyar bir hastane kurulmuş ve sahabeden bir hanım olan Rüfeyde el-Ensariyye (r.a.) yaralıların tedavisiyle ilgilenmişti. Ancak İslam tarihinde ilk teşekküllü hastane, 707 yılında Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik (ö. 749-50) tarafından kurulmuştur. İnsan hayatına ve tıbbi tedaviye büyük önem verilen İslam dünyasında, cerrahi müdahalelerin yapıldığı ve tıp eğitimi verilen pek çok hastane kurulmuştur. İlk Selçuklu hastanesi ve tıp medresesi Sultan Alparslan’ın veziri Nizamülmülk tarafından Nişabur’da kurulmuştur. Kayseri’de 1204’te yaptırılan Gevher Nesibe Hatun hastanesi külliye şeklinde inşa edilmiş ve tıp öğrencilerinin eğitim aldığı bir okul görevi de görmüştür. Yıldırım Bayezid (ö. 1403) zamanında sadece Bursa’da sekiz, 1587 yılında İstanbul’da yüz on tane şifahane olduğu bilgisi Avrupalı seyyahların hatıratlarında yer almaktadır. 4- MÜSLÜMANLARIN BİLİM ALANINDA YAPTIĞI ÖNCÜ VE ÖZGÜN ÇALIŞMALAR Tefsir ile ilgili yapılan çalışmalarKur’an’ın açıklanması ve yorumlanmasına tefsir, bu ilimle uğraşan kişilere de müfessir denir. Tefsir yapılırken hangi yöntemlerin kullanılacağını belirleyen ilim dalına tefsir usulü denir. Hz. Peygamber, bazı ayetler üzerinde açıklamalar ve yorumlarla ilk tefsir örneklerini bizzat kendisi yapmıştır. Sahabiler içinde tefsir alanında en tanınmış olanı Abdullah b. Abbas’tır (r.a.). Daha sonraki dönemlerde tefsir ilmi gelişmiş ve günümüze kadar çok sayıda tefsir kitabı yazılmıştır. Başlıca müfessirler arasında Taberi (ö. 923), Zemahşeri (ö. 1144), Fahreddin er-Râzî (ö. 1210), Ebussuud Efendi (ö. 1574), İsmail Hakkı Bursevi (ö. 1725), Konyalı Mehmet Vehbi (ö. 1949) ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ı (ö. 1942) sayabiliriz. Cumhuriyet döneminde yazılan en önemli tefsir kitabı, Elmalılı Hamdi Yazır’ın kaleme aldığı, Hak Dini Kur’an Dili adlı eserdir. Hadis, Hz. Peygamberin söz, tutum ve davranışlarını derleme, açıklama ve yorumlama ile ilgilenen ilim dalıdır. Hadis bilimi ile ilgilenenlere muhaddis denir. Hz. Peygamberin yaşadığı dönemde bazı sahabiler onun sözlerini yazmışlar ancak hadislerin sistematik şekilde yazıya geçirilmesi Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz (ö. 720) döneminde başlamıştır. Bu alanda yazılmış en güvenilir altı eser İslam dünyasında “Kütüb-i Sitte” adıyla anılmaktadır. Bu altı kitabın yazarları şunlardır: Buhârî (ö. 869), Müslim (ö. 875), Tirmizî (ö. 875), İbn Mâce (ö. 886), Ebu Dâvûd (ö. 888), Nesâî (ö. 916). Fıkıh, ibadetleri ve beşerî ilişkilerle ilgili kuralları Kur’an ve sünnetten deliller bularak inceleyen bilim dalıdır. İslam hukuku da denilen fıkıh, ibadetlerin yanında evlenme, ticaret, yiyecek içecekler, cezalar gibi toplum nizamını ilgilendiren konularda İslam’ın ne gibi sınırlar çizdiğini inceler. En önemli fıkıh âlimleri arasında İmam Azam Ebu Hanife (ö.767), Enes bin Malik (ö. 795), İmam Şâfiî (ö. 819) ve Ahmet bin Hanbel (ö. 855) gibi isimler sayılabilir. Kelam, İslam dininin inanç esaslarını ayet, hadis ve aklı kullanarak açıklayan, yorumlayan, ispat eden ve başka din ve inançlardan gelebilecek eleştirilere karşı savunan bilim dalıdır. Bu bilim dalının, inanç esaslarını tartışmaya girmeden izah eden alt koluna ise akait denir. Ebu Hanife’nin Fıkhu’l Ekber’i kelam alanındaki ilk eserlerden biri sayılır. Bu alanda İmam Maturidi (ö. 944), İmam Eş’ari (ö. 1291’den sonra), Bakıllani (ö. 1013), Nesefi (ö. 1289) ve İzmirli İsmail Hakkı (ö. 1946) oldukça önemli eserler vermişlerdir. Coğrafya ile ilgili yapılan çalışmalar İslam dünyasında coğrafya bilimiyle ilgili ilk çalışmalar tercümeler yoluyla başlamış, sonralarıortaya konan özgün eserlere Kitabü’l-Büldan (ülkeler, şehirler kitabı) denmiştir. Bu çalışmaların ilkini Belhî (ö. 934) yapmıştır. Onun çalışmaları sonrakiler için kaynak teşkil etmiştir. Osmanlılar döneminde Piri Reis (ö. 1554) ve Seydi Ali Reis (ö. 1565) gibi coğrafyacıların çizdikleri haritalar dünya çapında önemli çalışmalardır. Seyyahların gezip gördükleri yerler hakkında yazdıkları seyahatnamelerde de coğrafyaya ilişkin önemli bilgiler yer alır. İbn Batuta (ö. 1377) ve EvliyaÇelebi’nin (ö. 1682) seyahatnameleri bunların en meşhurlarıdır. Uluğ Bey (ö. 1449) ve Kâtip Çelebi (ö. 1657) de coğrafya alanında kalıcı eserler meydana getirmişlerdir. Mesudî (ö. 956), İstahrî (ö. 952) ve batılılar tarafından Arapların Pilinius’u denilen Zekeriya Kazvinî (ö. 1283) meşhur coğrafyacılar arasında sayılabilir. İlk dönem İslam şehirleri birer edebiyat ve düşünce merkezi olmuştur. Mekke ve Medine dinî ilimler yanında şiirin; Kûfe ve Basra ise gramer çalışmalarının merkezi hâline gelmiştir. Dil çalışmaları İslam dünyasında ilk olarak Hz. Ali’nin talebiyle, Ebu’l-Esved ed-Düelî (ö. 688) tarafından yapılmıştır. Emeviler ve Abbasiler döneminde Kur’an ve hadisin inceliklerini anlamak amacıyla başlayan dil ve edebiyat çalışmaları, daha sonra bağımsız bir bilim dalı hâlini almıştır. Bu dönemin en meşhur dil bilgini Câhız’dır (ö. 869). Onun Kitabü’l-Hayevan isimli eseri günümüze kadar ulaşmıştır. Sonraki dönemlerde, müstakil olarak dil ve edebiyat alanında yapılan çalışmalar İslami edebiyatı oluşturmuştur. Bugün dünya edebiyatının klasikleri arasında Mevlânâ (ö. 1273) , Hafız (ö. 1390 [?]) ve Fuzuli (ö. 1556) gibi onlarca Müslüman şair ve yazar vardır. Müslümanların tarih ilmine ilgi duymalarında Kur’an-ı Kerim’de geçmiş milletlerle ilgili olayların sıkça anlatılması ve yeryüzünü gezerek geçmiş milletlerin akıbetlerinin ne olduğunu araştırmalarının istenmesi etkili olmuştur. İslam dünyasında tanınan en ünlü tarihçilerden bazıları İbn İshak (ö. 768), Vakıdi (ö. 823), İbn Hişam (ö. 833), İbn Sa’d (ö. 845), Belâzuri (ö. 892), Taberi, Mesudi (ö. 956), İbn Haldun (ö. 1406), Naima (ö. 1716) ve Ahmet Cevdet Paşa’dır (ö. 1895). Hz. Peygamberin hayatını kayıt altına almak isteyen Müslümanlar, İslam tarihinin ilk yazılı tarih kaynaklarını siyer (peygamberin hayatı) alanında oluşturmuşlardır. Peygamberimizin hayatını, karşılaştığı olayları ve bu olaylar karşısındaki yaklaşımlarını anlatan bu ilim dalında İbn İshak, İbn Hişam, Ahmet Cevdet Paşa önemli çalışmalar yapmışlardır. Felsefe ile ilgili yapılan çalışmalar Felsefenin İslam dünyasına girişi; Aristo ve Platon’un eserleri başta olmak üzere, Grek felsefesineait önemli eserlerin 8. ve 9. yüzyıllardan itibaren Arapçaya tercüme edilmesiyle başlamıştır. İslam felsefesi kelam, tasavvuf ve hukuk ilimlerine düşünsel bir derinlik katmıştır. Müslüman filozofların felsefeye getirdiği yeni yorumlar batı dünyasında taraftar bulmuş; özellikle İbn Rüşd’ün (ö. 1198) din felsefesi alanındaki düşünceleri yüzlerce yıl batı düşüncesini etkilemiştir. Averroizm (İbn Rüşdçülük) akımının batının aydınlanma dönemine katkıda bulunduğu bilinmektedir. İslam filozoflarının meşhurları arasında Kindî (ö. 873), Ebu Bekir Zekeriya er-Râzî (ö. 925), Farabi (ö. 950), İbn Sina, Gazali (ö. 1111) ve İbn Rüşd gibi isimleri sayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’in gökyüzünü araştırmaya, evreni incelemeye teşvik eden ayetleri Müslümanların astronomi alanındaki çalışmaları için itici güç olmuştur. Müslüman bilim adamlarının bu alandaki eserleri Latinceye çevrilmiş ve batılı astronomlar için de kaynak teşkil etmiştir. Bunlardan Ferğanî’nin (ö. 861'den sonra) yıldızlar hakkında yazdığı Cevâmî adlı eser; onu İslam dünyasından çok, Avrupa’da tanınan bir bilim adamı yapmıştır. Ebu Said es-Siczî (ö. 1024) ve Birûnî (ö. 1061) gibi isimler, dünyanın döndüğünü Kopernik’ten yaklaşık beş yüz yıl önce yazmışlardır. Ayrıca Birûnî astronomi ile ilgili yaklaşık 70 kitap yazmış, kitaplarında güneş ve ay tutulmasını çizimlerle açıklamıştır. Ferazî (ö. 777), gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan usturlabı icat etmiştir. Battanî (ö. 929) Güneş yılını 365 gün 5 saat 46 dakika 24 saniye olarak ölçmüş, astronomiye katkılarından dolayı Ay’ın bir bölgesine onun adı verilmiştir. Uluğ Bey Semerkant’da rasathane kurarak astronomi ile ilgili ansiklopedik eserler kaleme almıştır. Ali Kuşçu (ö.1474), yıldızların yerlerini gösteren cetveller hazırlamış, rasathaneler kurarak birçok öğrenci yetiştirmiştir. Fizik ile ilgili yapılan çalışmalar İslam dünyasında tabiat ilmi olarak adlandırılan fizikle ilgili olarak Müslüman bilim adamları;yerçekimi, atmosferin yapısı, ışık, aynalar ve optik gibi fiziğin bütün alanlarıyla ilgilenmişlerdir. İbnu’l Heysem (ö. 1039) optik, ışınlar ve görme ile ilgilenmiş; fotoğraf makinesinin icadından önce karanlık oda, ters görüntü ve mercekler hakkında ufuk açan çalışmalar yapmıştır. Kitabü’l Menazır (görme üzerine) adlı eseri ve diğer eserleri Latinceye çevrilmiş ve yaklaşık 600 yıl boyunca Avrupa’yı etkilemiştir. Birûnî gerçekleştirdiği jeolojik incelemelerve fosiller üzerindeki gözlemleriyle tabiat tarihi bakımından önemli bulgular elde etmiştir. Cizreli âlim Cezerî’nin (ö. 1206) icat ettiği su saati, güneş saati, otomatik çalışan su makinesi, pompa, saz çalan robot gibi otomatik makineler günümüz mekanik ve sibernetik biliminin ilk örneklerini oluşturmaktadır. Müslüman ilim adamları yaptıkları deneylerle ve araştırmalarla kimya biliminin gelişmesine önemli katkı sağlamışlardır. Cabir bin Hayyan (ö. 776) metalleri sertleştirme üzerine çalışmış; nitrik asit, hidrojen klorür ve sülfürik asitin rafine ve kristalize yöntemlerini icat etmiştir. Cabir bin Hayyan, sitrik asit, asetik asit, tartarik asit ve arsenik tozunun mucidi olarak bilinmektedir. Ebu Bekir Zekeriya er-Râzî gliserin, soda, sirke asidi ve nitrik asit gibi maddeleri keşfetmiştir. Aziz Sancar’a (d. 1946), kimya alanında yaptığı çalışmalar dolayısıyla Nobel ödülü verilmiştir. Cebir ilminin kurucusu Harizmî, logaritmayı geliştirmiş ve sıfırlı ondalık sayıyı bulmuştur. 12. yüzyılda Latinceye çevrilen El-Cebr ve’l-Mukabala adlı eseri, Avrupa’da da önemli bir kaynak kitap olarak kabul edilmiştir. İbnu’l-Heysem ve Hâzinî (ö. 1155) dört ve beş bilinmeyenli denklemleri çözmeyi başarmış, Ali Kuşçu çağının sınırlarını aşan astronomik hesaplamalar yapmıştır. “Tusi Çifti” kavramını matematik dünyasına kazandıran Nasîruddin Tusi (ö. 1274) bu teorisiyle gezegen hareketlerini çağının çok ötesinde bir anlayışla açıklamıştır. Trigonometrinin kurucusu Ebu’l-Vefa Buzcânî’dir (ö. 998). Buzcânî, “zıl” adı altında tanjantı, “kutr-ı zıl” adıyla sekantı tarif etmiştir. Gıyasettin el-Kaşi (ö. 1429), bilim tarihinde pi (Π) sayısının gerçek değerini keşfeden ilk bilim adamıdır. Matematiksel işlemlerde irrasyonel sayıların da rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini ilk defa Ömer Hayyam (ö. 1131) ispat etmiştir. Hayyam’ın genelde matematiğin ve özelde analitik geometrinin gelişimi üzerindeki etkisi çok büyüktür; çalışmaları Şerafeddin et-Tûsî’ye (ö. 1213) kadar İslâm matematiğinde, Descartes’a (ö. 1650) kadar Batı matematiğinde aşılamamıştır. Abdülhamit b. Türk (ö. 854), Hazîn (ö. 971) ve Mirim Çelebi (ö. 1585) gibi alimler de matematik alanında önemli eserler vermişlerdir. Tıp ile ilgili yapılan çalışmalar Hz. Peygamberin “Allah gönderdiği her hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir.” sözü tıp alanındaki çalışmalar için önemli bir teşvik olmuş ve bu alanda birçok âlim yetişmiştir. Zekeriya er-Râzî çiçek ve kızamık hastalıkları üzerinde araştırmalar yaparak bu hastalıkların birbirinden farklı olduğunu keşfetmiştir. İlk kez böbrek taşlarını ilaçla parçalamış ve ameliyatla çıkarmıştır. Batıda Avicenna ismiyle tanınan İbn Sina, El-Kanun fi’t-Tıp (Tıbbın Kanunu) adlı eseri ile tıp dünyasında otorite kabul edilmiştir. Ameliyatlarda anestezi tıp tarihinde ilk defa Müslüman hekimlerce kullanılmıştır. İbn Sina’nın da narkoz olarak kullanılacak kimyevi maddeler üzerinde çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Tıp tarihinin önemli keşiflerinden biri olan küçük kan dolaşımı İbnu’n-Nefis (ö. 1288) tarafından bulunmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin (ö. 1459) aynı zamanda büyük bir tıp âlimidir. Akşemseddin, batıda iki asır sonra keşfedilecek olan mikrobu “Maddetu’l Hayat” adlı eserinde şöyle dile getirmiştir: “Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” Fâtır suresi 27-28 ayetlerde verilen mesajlar "Allah’ın gökten su indirdiğini görmez misin? Sonra onunla renk ve çeşitleri farklı ürünler çıkardık. Dağların da farklı renklerde; beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları vardır. Aynı şekilde, insanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar var. Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır." (Fâtır suresi, 27 ve 28. ayetler.) Ayetlerin Açıklamaları Sure; genel anlamda Allah’ın (c.c.) varlığına, birliğine, O’nun eşsiz yaratıcı kudretine delâlet eden işaretleri tanıtır, peygamberlik müessesesinin ve ahiret inancının önemini vurgular, hidayet dalalet sebeplerini gösterir ve hak batıl mücadelesinin sonuçlarına işaret eder. 27. ayette Allah’ın (c.c.) evrende yarattığı çeşitliliğe işaret edilmektedir. Aynı toprak ve sudan farklı özelliklerde bitkilerin yeşermesi, aynı tip ağaçlardan farklı tat ve çeşitte meyvelerin yetişmesi, Allah’ın (c.c.) varlığının ve yaratmasının delili olarak insanlara hatırlatılır. Ayette, bir yandan tabiatın ihtişamı diğer yandan da bu muhteşem görünümü meydana getiren farklılıkları tek kaynaktan yaratan irade ve güce dikkat çekilir. Böylece insanların düşünüp ibret almaları istenir. 28. ayette hayvanların yaratılışına vurgu yapılmaktadır. Bitkilerde olduğu gibi hayvanlardaki bu çeşitlilik de ilahî kudretin bir delilidir. Buna göre tefekkür eden, ibret alan âlimler Allah’tan (c.c.) hakkıyla korkarlar ve bu anlamda O’nun katında değerleri daha yücedir. Kur’an-ı Kerim; bu ayetlerde, insanları doğadaki incelikleri keşfetmeye yönlendirerek düşünmenin ve bilmenin değerine vurgu yapmaktadır. Bu haber 1032 defa okunmuştur.
|
GALERİSİTE İSTATİSTİKLERİ
|
|||||||||||||
Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |